Caner Kemahlıoğlu 2023 haziran ayından 2024 mayıs ayına Oryantalist dokuların esintilerini özel koleksiyon sanatçıları ile sergilemeye başlamıştı. Sivas’ın tarihi mekânlarından sonraki durak Tunceli kentinin tarihi müzesi olmuştu. Kısa süre içerisinde yine özel bir davet ile 26 Eylül’de Tokat kentinde yeni eserler ile yeni serginin müjdesini duyurdu. Sergi mekanını bu sefer modern sanat alanı olarak araştıran Kemahlıoğlu, Tokat Vera Kültür Sanat mekanında eserleri sanatseverlerle buluşturacak.
Caner Kemahlıoğlu küratörlüğünde hazırlanan sergi kapsamında; hem oryantalist anlayışın dokuları hem de tarihten bazı mücevher ayrıntılarına aralanan özel sanat daveti için çalışmalar hazırlanıyor. Sergi programı farklı disiplinlerde sanat eserleriyle izleyicisinin karşısına çıkacak. Küratöryel kurguda “Oryantalist İlham: Mücevherlerin Büyüsü” başlığı adı altında farklı sanatçılar tarafından yorumlanan eski tarihten otoportreler eşlik ederken öte yandan sanatçılar ile özel hikâyeleri de sanat pratikleri ile önemli bir perspektifte sunmayı amaçlıyor.
Bu yıl Topkapı Sarayı’nın 100. Yılı olmasıyla beraber tarihi kültür ve geleneklerimizin mirasi değer taşıdığını vurgulaması gereken bir yıl. Yapı 1460’lardan günümüze önemli tarihi bir anektodu taşıyor. Bu saray İstanbul’un Fethi’nin ardından Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460-1478 yılları arasında yaptırılarak sonraki padişahların yaptırdıkları ilave yapılarla günümüzdeki halini aldı. 1840’lara gelindiğinde mevcut sarayın 19. Yüzyıl devlet protokolü gereklerini karşılamakta yetersiz kalması sonucu 1843-1856 yılları arasında Dolmabahçe Sarayı inşa edilmiş, hanedan için yaşam ve yönetim merkezi tamamen Dolmabahçe Sarayı’na taşınmıştır. Bu saraylar İstanbul’un Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında kalan tarihi önemi ve değerini koruyan yapılardandır.
Geçmişimizi günümüzde yansıtan ayakta kalmış tarihi dokuların, özellikle belli dönemleri(saray dönemlerindeki takılar, kıyafetler vs.), Osmanlı ve iç yapılarındaki oryantalist çini yaklaşımları harmanlayıp geçmişi ve bugünüyle bağlantıları kurulan yaklaşımları figürler ve şatafat üzerinden anlatılıyor. Serginin mizanseni ve eserlerin anlatımdaki ilerleyişi tarihi bir keşfe çıkmamızı sağlıyor. Hemen hemen geçmişteki her yüzyıla ufak dokunuşlar ve yolculuklar niteliğinde.
Örneğin Karahanlılar tarafından geliştirilmiş olan çini sanatı, daha sonraki dönemlerde başka Türk devletleri tarafından da geliştirilmeye başlanmıştır. Çini sanatı; en parlak dönemini Osmanlı Devleti’nde yaşamıştır. Büyük Selçuklu Devleti‘nin ve Anadolu Selçuklu Devleti‘nin, hakimiyet altına almış olduğu yerlerde medrese, cami, saray inşasında çini sanatını kullandıkları günümüzde bariz belli olmaktadır. Selçuklu’dan Osmanlı’ya, camilerden medreselere birçok çininin ve bezemelerin ilham olduğu eserlerin belirli bölümlerine eklemeleri ile de tarihin unutulmaya yakın dokuları da gün yüzüne kavuşturuluyor. Bu çinilerin bazılarının geometrik dokularına bakıldığında mantıksal olarak arı petekleri akla geliyor. Ekolojik dengeyi temsil eden arılar insanoğlu yaşamının varolduğu günden bu yana temsili konumunu almıştır. Bu aralanan ekolojik tarihi kapıda ise çini sanatının sembolik şekilleri altıgen bezemelerinden, eski dönem arı veya böcek broşlarına kadar mücevherlerin dilinin konuştuğu dönemlere kadar gidiyor.
Kovandaki en uzun ve en büyük arı olan kraliçe arılardan ilhamla, varlıklarının yok oluş senaryolarında her dönemde farklı kıyımların yansıtıldığı kareleri gün yüzüne çıkarma olasılığını doğuruyor. Kavramsal olarak kraliçe arı bir güç ve başı yönetme anlamını taşıyor. Bu bağlamda oluşan köprüde ise taç kavramına kraliçe arı tacındaki arı tacı ile mücevherler arası geçişin alt zeminini oluşturuldu. Arıların bal peteklerindeki sembolik altıgen şeklinden de eski Selçuklu ve Osmanlı dönemi çini duvar bezemelerindeki şekiller ile köprü meydana getirildi.
Sanatsal açıdan bakıldığı zaman ortaya çıkan temada bazı türlerin yok olması halinde, zincirleme olarak birçok diğer türün, hatta insanların bile soyunun tükenebileceği aşikardır. Yaşadığımız çevrenin değişimine ve popülasyonların gen dağılımlarının bu değişen çevresel koşullarla etkileşimine bağlı olarak denge noktaları, tıpkı çevrenin kendisi gibi, kaotik bir yok oluş senaryosuna gidişi öngörülemez bir şekilde değişir. Felaket senaryolarından geriye kalan ise yaşayan canlardan ziyade bıraktıkları anılar ve mücevherleri oluyor.
“Takı, insanın yer yüzünde hüküm sürmeye başladığı zamana kadar uzanan kadim bir olgudur. Doğa karşısında güçsüzlüğünün bilincine varan insan, ilkin totem olarak kullanmaya başladığı takıyı, çeşitli maden ve taşların bulunup işlenmesiyle farklı gerekçe ve çeşitlilikte kullanmıştır. Takı, tarih boyunca ince zevklerin, ihtişamlı mücevherlerin ortaya çıkmasına sebep olmuş ve farklı disiplinlerden gelen birçok sanatçıyı bir araya toplamıştır. Rönesans, takı ve mücevherleri toplumsal gelişmeyi yansıtan bir ayna, dönemin sanat anlayışını yansıtan bir belge olarak ortaya koymuştur. Moda eğilimi, ekonomik ve siyasi sebeplerle günümüze çok az örneği kalan Rönesans takı ve mücevherlerinin en çarpıcı örneklerini, yine dönemin kuyumcu kökenli ressamlarının tablolarından okuyabilmekteyiz.” (Kılıçarslan Khodaei, 2023). Rönesans dönemine özgü mücevherleri de sanatın böylesine ihtişamlı detaylarla geliştiği Orta Çağ Avrupa’sından izlerin sanat eserlerine yansımaları dikkatleri çekiyor.
Her çağın kendine özgü bir tavrı ve sanat anlayışı bulunur. Değerli mücevherler de bu anlayış içerisinde döneminin sanatına uyumlanarak hem estetik hem de sembolik anlamlar taşımaktadır. Rönesans takılarındaki detaylarda kişiliklerini, mesleklerini, aile bağlarını veya sosyal statülerini de ortaya koymuş örneklere rastlanırken, bir yüzük üzerinde bulunan bir arma veya soyadı, aile kökenini veya soyluluğunu belirtmiştir. Bir küpe üzerinde bulunan bir müzik notası veya bir resim fırçası, sanatçılığı veya sanata olan ilgiyi göstermiştir. Bir bilezik üzerinde bulunan bir kılıç veya bir kalkan, askerliği veya savaşçılığı göstermiştir. Eski dönemlerdeki anlamlarına nazaran günümüzde bu anlamları taşıyan özelliklere nadir ülkelerde rastlanılıyor veya da sanat müzelerinin koleksiyonlarında sergilenir konumda gözlemlenebiliyor. Rönesans dönemine bakıldığı zaman Raffaello Sanzio’nun ve Alessandro Botticelli’nin kadın portreleri ve mücevher detayları göze çarpmaktadır. Neoklasizm dönemde ise, Jacques-Louis David’in figürleri saraylı ve mücevher detaylarıyla daha işçilikli olduğu gözlemlenmiştir. Her dönemde ufak detaylar elbet vardır fakat anlam ve yoğunluk bakımından özellikle bu dönemlere değinilmesi daha uygundur.
Serginin yerleşimiyle alakalı eserlerin başlangıçtan kapanışa ilerleyişi ve zarafetli kurgusuyla diziliminin bir anlamda izleyicisine de her bir eserde derin anlamlar yüklemesine olanak tanıyor. Aralanan Oryantalist pencere ile birlikte aslında ışıltılı ve bir yerde gücün göstergesi olan mücevherlerin tarihini de aramanın peşine koyulan sanatçılar, sanatsal anlamda gelenekçi ve çağdaş vurguları bir arada arıyor.
Sergideki isimler arasında; Ahmet Kurt, Deniz Serkan Özcan, Derya Aysun Cancan, Ebru Yolver, Feruze Ulaştepe, Fırat Bahşi, Gülşah Tontu Özdemir, Günsu Saraçoğlu, Muhammet Hızır Yüksel, Nurhan Yıldırım, Okan Karakaya, Serdar Alp Erçin, Sinan Aslan, Suzan Mahmutoğlu ve Şerife Meral Eşmeler yer alıyor.
Kemahlıoğlu yeni isimleri ilerleyen süreçlerde bu koleksiyona ekleyecek. Eserler arasında Kemahlıoğlu’nun da manifesto kurgusundaki en vurgusal olanları arasında; Ahmet Kurt’un kaleminden “Alessandro Botticelli’nin Kadın Portreleri” ile Muhammet Hızır Yüksel fırçasından “Jean Auguste Dominique Ingres’in Broglie Prensesi” tarihin izini biraz daha yansıtan işler arasında sergide yerini alacak. Koleksiyonerlerin radarına almaları gereken bu özel davet, özel eserleri sunmaya hazırlanıyor.
Sanatçı: Muhammet Hızır Yüksel
Eser: Princesse Broglie devant les carreaux de Muradiye / Muradiye Çinileri Önünde Broglie Prensesi
Ebatları: 80x60cm / Çerçeveli
Teknik: Tuval Üzerine Yağlıboya
Orijinali: Jean Auguste Dominique İngres / 1853
Yapım Yılı: 2024
Küratör: Caner Kemahlıoğlu
Mekân: Vera Kültür Sanat
Sergi: Oryantalist İlham Mücevherlerin Büyüsü