Bir marangoz hayal edelim hep birlikte. Çok yetenekli ve işinde tecrübeli. Elinde ise dünya üzerinde sadece bir tane bulunan bir ahşap masa var. Bu öyle bir masa ki, bir başka örneği yok. Şimdi biz bu marangozdan bu masayı bir gardıroba çevirmesini isteyelim. Yapılabilir mi? Hayır. Çünkü özenle yontulmuş ve şekil verilmiş bu ahşap masanın parçaları, masa olmaktan başka bir işe yaramaz. Bir masa olarak gayet güzel olmasına rağmen artık başka bir şey olamaz. Masa olması için kesilen ve yontulan bu ağaç, eski haline gelmeyeceği gibi artık değiştirilemez de.
Aslına bakarsanız, bugün sizlere anlatmak istediğim şeyin masayla ya da marangozlukla bir ilgisi yok. Bizim konumuz insan. Daha çocukluğumuzda bizleri yontmaya başlayan insanlar var: Ebeveynlerimiz, arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, akrabalarımız ve çevremiz gibi. Örnekler çoğaltılabilir tabii. Bizi biz yapan her şeyde onların izlerini taşıyoruz. Ama kimisinin izleri daha derin. İşte sıkıntımız tam da bu noktada başlıyor. Herkes kendince yontmaya başlıyor. Birisi masa, diğeri sandalye yapmak istiyor. Bir başkası ise bambaşka bir şey. En sonunda ortaya işlevsiz ve çirkin bir şey çıkıyor.
Kişi, kendisinin ne olmak istediğine karar vermediği sürece, insanların istekleri arasında yok olup gidiyor. Ve emin olun, herkes sizin güzel görünmeniz ve sağlam olmanız için eline zımpara almıyor. Kimisi sadece sizi kullanmak ve kendi ihtiyaçlarını karşılamak için yontuyor. Yorulduğunda üzerine oturacağı bir sandalye belki. Ya da daha yukarılara çıkabilmek için bir merdiven. Kirli sırlarını saklamak için bir sandık. Sevmediği birini dövmek için bir sopa.
Peki, ne yapmak lazım? Benim naçizane fikrim, kişi nasıl biri olmak istediğine karar verdiği anda kendini yontmaya başlamalı. Çünkü sadece başkalarının elinde yontulanlar, en sonunda yakacak odun olurlar. Bu, mesleki anlamda değil, yanlış anlaşılmasın. Hayattaki rolünden bahsediyorum. Bir köle mi, yoksa kral mı? Bir emir eri mi, yoksa komutan mı? Ocakta yanan bir kor mu, yoksa onu yakan el mi?